7.Sınıf 3.Ünite Türk Tarihinde Yolculuk Konu Anlatımı

Posted on
  • 11 Aralık 2011 Pazar
  • by
  • çalışma kitabı cevapları
  • in
  • Etiketler:

  • 7.Sınıf 3.Ünite Türk Tarihinde Yolculuk Konu Anlatımı

    7.Sınıf Sosyal Bilgiler 3.Ünite Türk Tarihinde Yolculuk Konu Anlatımı
    Büyük Selçuklu devleti kurulmadan önce Anadoluya akınlar gerçekleşiyordu fakat bu akınla Anadoluyu tanıma ve biansı yıpratma amaçlıydı ilerleyen zamanda ise bu seferler artık Anadoluya yerleşme amaçlı olmaya başlamıştır.
    1071 Yılında Anadoluyu Türklere vermek istemeyen Bizanslarla Türkler arasında oldu ve savaşı Türkler kazandı ve Anadolunun kapıları Türklere açılmış oldu. Artık Türkleri durdurabilecek Anadoluda bir güç kalmamıştı.
    Türkler hızla Anadoluâya göç ediyordu.Yıkık fakir ve harabe şeklindeki Anadoluyu Türkler hızla imar ediyor şehirler kuruyor yollar, köprüler, hanlar hamamlar, üniversiteler, kervansaraylar yapıyorlardı.Fakir Anadolu zenginleşiyorlardı.
    Bu ilk Anadolu beylikleri Türkiye Selçuklular, Danişmentliler, Mengücekliler, Saltuklular, Artuklular, Çaka Beyliğidir.Bu beylikler Anadoludaki ilk Türk beylikler olup Anadoluyu Türkleştirmiş ve Imar etmişlerdir. Bu kadar farklı beyliklerin kurulması bu beylikleri kuranların farklı boylara mensup olmasıdır.

    TÜRKIYE SELÇUKLULARI
    Türkiye Selçuklular Anadoluda kurulan en önemli ilk Türk Beyliklerdendir. Türkiye Selçukluların diğer Türk Beyliklerine göre avantajı şunlar olabilir.
    1.Türkiye Selçuklu devletinin önünde topraklarını genişletebileceği güçsüz bir Bizans devletinin bulunması
    2.Denize kıyı ve önemli limanlara sahip olduğu için Ticareti son derece gelişmiştir.
    3.Verimli tarım alanlarına sahip olması.
    4.Türklerle ve Bizans devleti arasında olduğu için Her iki tarafla ticaret yapabilmesi gibi bir çok avantajı vardı.
    Türkiye Selçuklu devleti ticarete çok büyük önem vermiştir. Ticaret yapanların üç gün ücretsiz konaklayabileceği yemek yiyebileceği ve hayvanlarının dinlendirebileceği ticaret yolları üzerine kervansaraylar yapmışlardır. Ticaret yolları yapılmış pazarlar kurulmuş ve ticaretçilerin malları devlet garantisi altına alınmıştır. Örneğin ticaretçinin malına her hangi bir zarar geldiğinde zararını devlet ödüyordu. Durum böyle olunda Anadolu tam bir ticaret merkezi haline gelmiş ve çok zenginleşmiştir.
    Ayrıca Türkiye Selçuklu devleti zamanında Anadolu artık Türklerin yurdu olarak anılmaya başlanmış ve bir çok kalıcı eserler yapılmış okullar, köprüler camiler, hastaneler aş evleri gibi bir çok mimari eserler yapılmıştır.Anadolu tam yaşanılası yer haline gelmiştir. O fakir Anadolu olmuş dünyanın en zengin ve güzel yeri haline bir çok bilim adamı bu dönemde yaşamıştır. Mevlana ve yunus emre bu dönemde yaşamıştır. Türkiye Selçuklu devleti Bizanslarla 1176 yılında Miryokefalon savaşında yendi ve anayolunun Türk yurdu olduğu kesinleşti

    HAÇLI SEFERLERI
    Avrupalı devletlerin hep birlikte kutsal yerleri ve Anadoludaki Hıristiyanların katledilmesini bahane gösterip doğuya doğru seferlerin yapmasına haçlı seferleri denilir.

    Nedenleri
    1.Türklerin hızla Anadoluyu ele geçirmesi ve batıya doğru yani Avrupaya doğru ilerlemesi ve Avrupanın bunu engellemek istemesi
    2.Asıl sebep ise. Yoksul fakir Avrupalıların doğunun (Türklerin ve Arapların) zenginliklerini ele geçirmek istemesidir.
    3.Kudüsü kutsal toprakları ele geçirmek istenmesi.
    Haçlılar bu sebeplerden dolayı binlerce kişi Anadoluya saldırmış Türkiye Selçuklu devleti karşı koymuştur. 8.sefer düzenlemişler ilkinde başarılı olmuşlar diğerlerinde istenilen başarıyı gerçekleştirememişlerdir.

    Haçlı seferlerin sonuçları
    1.Dini sonuç. Papaya olan güven azaldı. Dinin etkisi Avrupaâda azaldı. Önceden Rahipler Avrupayı istedikleri gibi yönetiyorlardı ve son derce zenginlerdi. Halk fakir cahil yoksulluk içinde yaşıyordu

    2.Siyasi sonuç: Türlerin batıya olan ilerleyişini yavaşlattı.150 yıl bu seferlerle Türkler meşgul oldu gücümüzü azalttılar

    3.Sosyal sonuçlar: 2medeniyet bir biri ile karıştı kültür alış verişi gerçekleşti.

    4.Ekonomik doğu batı arasında ticari faaliyetler arttı. Akdenizde deniz ticareti gelişti Akdenize kıyısı olan devletler zenginleşti. Avrupa belki yüzlerce yıl sonra bulacakları teknolojik gelişmeleri kısa yoldan sahip oldular ve gelişmeye başladılar. Haçlı seferleri sayesinde bir çok bilgiye sahip oldular temizliği vb şeyleri bizlerden öğrenciler.Barut, pusula, kağıt gibi büyük icatları öğrendiler.


    OSMANLI IMPARATORLUĞUNUN KURULUŞU
    Osmanlı Devleti ya da Osmanlı Imparatorluğu Devlet-i Aliyye-i Osmaniye 1299-1922 yılları arasında varlığını sürdürmüş Türk devletidir. 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu devletin ardılı olarak kabul edilmektedir.

    Devletin kurucusu ve Osmanlı Hanedanının atası olan Osman Gazi, Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundandır. Devlet, Bilecik ilinin Söğüt ilçesinde kurulmuştur. Istanbul ile sınırlı bir şehir devletine dönüşmüş olan Bizans Imparatorluğu'nu yıkmış, bazı tarihçilere göre bu Yeni Çağ'ı başlatan olay olmuştur. Osmanlı Devleti gücünün doruğunda olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda üç kıtaya yayılmış ve Güneydoğu Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın büyük bölümünü egemenliği altında tutmuştur. Ülkenin sınırları batıda Cebelitarık Boğazı (ve 1553'te Fas kıyıları'na, doğuda Hazar Denizi ve Basra Körfezi'ne, kuzeyde Avusturya, Macaristan ve Ukrayna'nın bir bölümüne ve güneyde Sudan, Eritre, Somali ve Yemen'e uzanmaktaydı. Osmanlı Devleti 29 eyaletten ve vergiye bağlanmış Boğdan, Erdel ve Eflak prensliklerinden oluşmaktaydı. Devlet zaman zaman denizaşırı topraklarda da söz sahibi olmuştur. Atlantik Okyanusu'ndaki kısa süreli toprak kazanımları Lanzarote (1585), Madeira (1617), Vestmannaeyjar (1627) ve Lundy (1655) bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

    Devlet altı yüzyıl boyunca Doğu dünyası ile Batı dünyası arasında bir köprü işlevi görmüştür. Büyük Jüstinyen'in 1000 yıl önce egemen olduğu Konstantinopolis (başkent Istanbul ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde ele geçirilen çevre bölgeler)'e sahip olan Osmanlı Devleti, Bizans Imparatorluğu'nun Müslüman bir ardılı olarak kabul edilir. Osmanlı Devleti, Bizanslıların mimari, mutfak, müzik, boş zaman etkinlikleri ve devlet yönetimi alanlarındaki gelenk, görenekler ve tarihi birikimini de benimsemiş ve bu kavramları devlet bünyesinde yaşamakta olan Asya Türk Kültürü ve Islam Kültürü aracılığıyla Osmanlı kültürel kimliği olarak adlandırılan özgün bir biçime dönüştürmüşlerdir. Hakimiyeti altında bulunan topraklarda yaşayan halklar zaman zaman, toplu ya da yerel ayaklanmalar ile Osmanlı iktidarına karşı çıkmışlardır. Genel olarak din, dil ve ırk ayrımından uzak durduğu için yüzyıllarca birçok devleti ve milleti hakimiyeti altında tutmayı başarmıştır. Osmanlı Devleti, Eski Türk örf ve adetlerinin ve Islam kültürünün yükümlülüklerinin doğrultusunda bir yönetim şekli belirlemiştir.

    OSMANLIDA BIR MERKEZ IZNIK
    Iznik, Osmanlı dönemi Türk çini ve seramiği ile özdeşleşmiş bir isimdir. M.I. IV. yüzyıldan bu yana tarihi gelişimi izlenebilen bu küçük ve şirin yerleşim yeri, Iznik gölünün doğusunda, surlarla çevrili bir merkezdir. Istanbul'u Anadolu'ya bağlayan yollar üzerinde bulunması ve bu durumun aşağı yukarı XVII. yüzyıla kadar sürmesi, buraya önemli bir canlılık getirmiştir.

    Ancak, eski seyahatnamelerin çoğunun birleştiği ortak nokta, bu merkezin küçük bir köy kadar basit olduğudur. Nüfusunun ikibinleri aşmadığı kaydedilir. Evliya Çelebi, bir zamanlar 300 civarında çinicinin çalıştığını belirtmekle birlikte, Batılı araştırmacılar nedense bu sayıyı çok abartılı bulurlar. Son yıllarda, Iznik'de küçük bir bölgede yapılan kazı ve araştırmalar, 30 civarında çini fırını tesbitine imkan vermiştir ve biz bu sayının pek abartılmış olduğuna inanmıyoruz.

    Kısa bir süre Anadolu'daki ilk Türk başkenti olduktan sonra tekrar Bizans egemenliğine girmiş olan Iznik, 1331 yılında Orhan Gazi tarafından fethedildikten sonra önemli bir Osmanlı merkezi haline gelmiştir.
    "Şenlendirildikten" sonra, özellikle XIV ve XV. yüzyıllarda önemli anıt eserlerle donatılmış, bayındır hale getirilmiş ve bir kültür merkezi durumuna geçmiştir. XVI. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman'ın özel ilgisi ile, son parlak dönemin! yaşamıştır. Osmanlı Imparatorluğu'nün bu en yüksek döneminde, çiniciliğinin ünü zamanının "Dünya"sına yayılmıştır. Istanbul'a en az üç günlük bir yolla ulaşılabilmesine rağmen, Imparatorluk merkezindeki görkemli anıt eserlerin çini süsleme programı Iznik'de üretilmiştir.

    Bilim adamlarının çini ve seramik deyimlerim farklı amaçlarla kullanmalarma karşılık, ustalar ve halk arasında sırlı üretimin genel adı "çini" olmuştur. Ancak, duvar kaplamasındaki pişmiş toprak sırlı malzemeye "çini", kullanım eşyası olan kase, tabak, fincan, kavanoz gibi açık veya kapalı formlardaki pişmiş toprak ve sırlı malzemeye "seramik" demek alışkanlığım sürdürüyoruz.

    Iznik'de seramik hammaddesi genellikle fritli hamurdur. Bunun için gerekli kuartz çevredeki dere yataklarında bol miktarda ve serbest halde mevcuttur. Kil ve boya hammaddesi ile özellikle soda oldukça uzaktan sağlanmıştır. Son yıllarda Iznik'de yapılan kazılarda, uzman ekiplerin ayrıntılı çalışmaları ile konuya açıklık getirilecek düzeye ulaşılmıştır. Malzeme, teknik ve fırınlama teknolojisi üzerindeki çalışmaların anahatları, 1981-1988 kazı sonuçları kitabı ile bazı ayrıntılı makalelerde yayınlanmıştır.

    MTA laboratuvarlarında yapılan analizlerden bir kısmı, Iznik seramiğinde sanıldığı gibi max. 900 °C. pişirme yerine, max. 1260 °C. sonucunu vermiştir ki, bu hafif porselen anlmına gelebilir. Bu konudaki araştırmalar spektral analizlerle devam ettirilmektedir. Diğer yandan, bazı araştırmacıların spekülatif şüphelerini giderecek bazı sonuçlar, fırın kalıntılarındaki arkeomanyetik ve arkeotektonik incelemelerle elde edilebilmiştir. Buna göre dairesel ateşhaneli fırınlar genellikle XVI. yüzyıl, uzun dikdörtgen tipli fırınlar ise daha erken dönemlere tarihlenebilmektedir. Iznik, fırınlar için gerekli reçinesiz odunun kolay sağlanabildiği bir bölgede idi. Istanbul'un odun ihtiyacının büyük kısmı Iznik'in kuzeyindeki ormanlardan sağlandığı gibi, yakın geçmişte demiryolu traversleri bile, bu bölgedeki Hacı Osman köyünden sağlanıyordu.

    Ahlat, Kalehisar gibi Selçuklu merkezlerinde rastlanan dairesel planlı, gaz çıkışlı-gömlekli fırınlardan bir örneğe de Iznik'de rastlanmış ve yayınlanmıştır. Şimdiye kadar üzerinde çalışılan fırınlar ise başlıca iki tiptedir: Yaygın olan tip, çömlekçi fırınlarında da görülen, dikdörtgen ateşhanesinin üzeri beşik tonozla örtülü, tabanı delikli ve pişirme hacmi de aynı biçimi yansıtan fırınlardır. Bunlarda redüksiyon tepedeki deliklerin açılıp kapatılması ile elde ediliyordu. Ateşhanesi dairesel planlı olan fırınların pişirme hacmi de kubbemsi örtülü olup, bunlarda daha fazla ısı elde edildiği anlaşılmıştır. Her iki tip fırının ateşhaneleri, kuyu gibi kazılan derin bir çukur içinde bulunmaktadır.

    Iznik'de pişirme, genellikle üçayak adı verilen ara malzeme ile ve açık yerleşimle yapılıyordu. Hiç üç ayak izi bulunmayan önemli parçalarda kasetli pişirimin uygulandığı düşünülebilir.

    Kapalı ve açık formlardaki çeşitlemesi bir yana, Iznik seramiği, kırmızı hamurlu ve beyaz sert hamurlu olmak üzere, başlıca iki ana grupta toplanabilir.
    Kırmızı hamurlu Iznik seramiğin üç ayrı teknik ve üslupda incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi, kırmızı hamurlu, astan çizikleme dekorlu (sgrafitto) bazen akıtmalı, çeşitli renklerde sırlanmış bir seramiktir. Anadolu'da ve Ortadoğu'da, Selçuklu ve Bizans çağı seramiklerinde de uygulanmış olan bu teknikten çok sayıda örnek Iznik kazılannda da bulunmuştur. Osmanlı döneminde basit günlük kullanım seramiği olarak bir süre yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.
    Iznik'de kırmızı hamurlu seramiğin ikinci tekniği, astar dekorlu (slip) olarak ortaya çıkar. Kalehisar 'da da elde edilen bu tip seramik,

    Osmanlı seramik sanatının Selçuklu seramik sanatı ile belirgin bir bağlantısı olarak değerlendirilmelidir. Kırmızı hamurlu zemin üzerinde inceltilmiş astar maddesiyle yapılan serbest ve hareketli dekor, renkli ve şeffaf sır altında hafif kabarık bir etki bırakarak daha açık görülmektedir. Kahverengi, sarı, yeşil gibi renkli sır, kabarık motifler arasındaki kırmızı zeminde daha koyu olarak belirmekte ve böylece tek renkli sır ile çok canlı ve hareketli bir görüntü elde edilmektedir.

    Kırmızı hamurlu seramiğin üçüncü devresi, bazen "Beylikler Devri Seramiği" şeklinde teklif edilen, ama daha çok Batılı yayınlarda ilk olarak F.Sarre'nin adım koyduğu şekilde "Milet Işi" tanımı ile bilinen beyaz astarlı ve mavi-beyaz dekorlu seramiktir.

    Iznik kazılarının kesinlikle ortaya koyduğu gibi, bu tip seramiğin asıl üretim merkezi Iznik'tir. Bulunan yanık-bozuk fırın artıkları, üç ayak yapışmış örnekler, astarlanıp dekorlanmış fakat henüz sırlanıp pişirilmemiş buluntular ve en önemlisi dolu iken çökmüş bir fırın ile sayıları binleri bulan çok değişik üretim örnekleri, asıl üretim merkezinin Iznik olduğuna dair bir şüphe bırakmamıştır.

    Genellikle çukur kase formları ile karşımıza çıkan bu teknikteki parçalar yanında, kandil, tas, tabak gibi çeşitli formlara da rastlanmaktadır. 1984 yılı kazılarında insan yüzlü bir parçanın bulunması gerçekten ilgi çekici olmuştur. Kırmızı hamurlu zeminin iç tarafı tamamen astarlanmış olan bu seramiklerin, dış tarafı ve dip kısmı genellikle astarlanmamıştir. Beyaz astarlı zemin üzerinde, çoğunlukla kobalt mavisi ile yapılmış serbest dekor göze çarpmaktadır.

    Serbest yaprak desenleri, bazen göbek kısmındaki yıldızlar ve madeni kaplan çağrıştıran radyal hatlarla karakteristik hale gelen bu kaplarda benzer kompozisyonlar bulunmakla beraber tekrara rastlanmamaktadır. Şeffaf renksiz sırlılar yanında, firuze sırlı olanları, Selçuklu devrinin firuze sıraltına siyah dekorlu seramiği ile yakın bağlar kurumlaşma imkan vermektedir. Iznik kazıları bu tip seramiğin tarihlendirilmesi bakımından sanılanın aksine yeterlidir.

    Üstelik, daha XIV. yüzyıldan başlamak üzere, günlük kullanım seramiği olarak uzun süre üretilmiş olduğu kanaati Iznik kazıları ile kanıtlanmıştır. Son zamanlardaki buluntu ve yayınlardan Osmanlı dönemi seramik üretiminde Iznik ile belirli bir paralellik gösterdiği anlaşılan Kütahya'da da, buna benzer bir üretimden söz etmek mümkündür. Iznik'de de bu tip seramiğin yapımına, üretimin sürdüğü sürece devam edildiği anlaşılmaktadır.

    Biz Çinicibaşı Mustafa'nın 1680 tarihli mezar taşına da dayanarak XVII. yüzyıl sonlarına doğru çinicibaşınm hala Iznik'de bulunduğunu gözönüne alıp, bu dönemde de Iznik'in çini üretiminde merkez olduğunu sanıyoruz. Genellikle bu tip seramiğin en parlak döneminin XV. yüzyıl olduğu kabul edilmektedir. Hamur ve teknik büyük değişiklik göstermediği ve Iznik kazılarında stratigrafiyi tam olarak belirlemek henüz mümkün olmadığı için, eldeki bazı bulgulara rağmen, bu konuda daha fazla ayrıntıya girmek mümkün değildir.

    Beyaz hamurlu Iznik seramiğinin başlangıcı genelde XV. yüzyıla indirilir. Sert beyaz hamurlu, ince ve düzgün şeffaf sırlı bu seramik, çini ustalannın hamurda yaptığı değişiklik yanında dekorlarda da yenilik getirmiştir.
    Osmanlı sarayına girmeye başlayan Çin porselenlerindeki dekorun, desen değişikliğinde önemli rol oynadığı eskiden beri söylenmektedir. Ancak, Dursa ve Edirne'de özellikle bu dönemin mavi-beyaz duvar çinilerinde yeni bir üslubun doğmuş olduğunu unutmamak gerekir. Formlarda da değişiklik göze çarpmaktadır. Derin kaseler bu dönemde de çoğunluktadır.

    Ancak ayaklı büyük kaplar, yayvan ve kenarları geniş tabaklar ile kenarları dilimli tabak biçimleri yanında sürahi, kavanoz gibi kapalı formlar da belirgin hale gelmiştir. Başlangıçta dekorlar mavi-bey azdır. Mavi, koyu bir kobalt mavişi iken, giderek daha açık bir hale gelmiş ve sonradan buna soluk bir firuze katılmıştır. Mavi-beyaz dekorda firuzenin daha belirgin hale gelmesi biraz daha sonra olmuştur.

    Julian Raby, son yayınında mavi-beyaz dekorlu Iznik seramiğini ayrıntılı bir tasnife tabi tutarken, Fatih döneminden itibaren, Osmanlı Saray nakkaşlarının etkisini gözönünde bulundurmuş ve "Baba Nakkaş", "Düğüm Ustası" gibi tasniflere yönelerek, dekorlarına göre onbeş yirmi yıllık dönemleri kesinleştirmeyi önermiştir. Istanbul'daki çömlekçi atölyelerinden bahseden Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesine dayanılarak bir grup mavi-beyaz dekorlu Iznik seramiklerine "Haliç işi" adı verilmiştir. Genellikle hepsi XVI. yüzyıla tarihlendirilen bu seramiklerin Istanbul veya Haliç ile bir ilişkilerinin bulunmadığı uzun süreden beri bilinmektedir. Iznik üretimi olan bu seramiklerin ince spiral kıvrımlı dekoru, daha önceki Selçuklu seramiklerinde de görülmektedir. Bu dekorun, fermanların baş tarafında bulunan tuğra bezemelerine dayandınlarak "Tuğrakeş üslubu" adı ile anılmaları yine J. Raby'nin yeni bir önerisidir.

    Mavi-beyaz dekora firuzenin katılmasından sonra, XVI. yüzyılın ortalarında buğulu mor ve yeşil rengin de katılması ile yeni bir grup beyaz hamurlu Iznik seramiği üretilmiş ve bu üslup yanlışlıkla "Şam işi" adı ile adlandırılmıştır. Iznik'li Musli ustanın 1549 tarihli Kubbet el Sahra kandili, bu gelişmenin başlangıcı olarak görülür

    XVI. yüzyılın ortasından itibaren Iznik mavi-beyaz seramiğine yeşil, firuze ve siyah ile birlikte hafif kabarık bir kırmızı katılmıştır. Aynı zamanda Osmanlı Saray nakkaşhanesinin açık etkisi ve sipariş edilen çinilerdeki desenlerin katkısı ile dekorlarda bir değişiklik görülmeye başlamıştır.

    Artık gül, karanfil, sümbül, lale gibi çiçekler, hatai ve rozet çiçekler, naturalist eğilimin ağır bastığı bir dekorlama üslubunu haber vermektedir. Sert ve kaliteli beyaz hamur, pürüzsüz bir zemin ve şeffaf sıraltında kabarık kırmızı, bütün XVI. yüzyıl ikinci yansı Iznik seramiklerinin karakteristiği olmuştur. XVII. yüzyılın başlanndan itibaren kırmızı rengin, giderek kahverengiye dönüşen bir ton aldığı, zeminde ve sırda bozulmaların meydana geldiği gözlenecektir. Ilk defa Rodos'dan, Cluny Müzesi için satın alınan bir grup tabak yüzünden "Rodos işi" adı ile anılan bu seramiklerin, Rodos ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı artık herkes tarafından bilinmektedir. Yine de, yerleşmiş terimler olarak "Rodos işi", "Şam işi", "Milet işi", "Haliç işi" gibi terimler bazen inatla, bazen de tanımlamadaki kolaylık yüzünden kullanılmaktadır.

    Iznik kazılarında bütün bu teknik ve üsluplarda üretim yapıldığına işaret eden çok sayıdaki parça yanında, Avrupa armalarını taşıyan üretim bozuğu parçalar ile, gemi ve hayvan tasvirli buluntular da elde edilmiştir. 1989 yılının Iznik yılı olarak anılması yanında, Istanbul'da büyük bir sergi açılmış ve buna bağlı bir sempozyum düzenlenmiştir. Bu arada biri N. Atasoy -J. Raby tarafından kaleme alınan ve Iznik seramiklerinin çeşitli yönleriyle tanıtan, diğeri de O. Aslanapa - Ş. Yetkin ve A. Altun tarafından hazırlanan ve 1981-1988 Iznik kazı sonuçlarım içeren iki kitap yayınlanmıştır. Bu etkinlikler Iznik çini ve seramiğinin uluslararası boyutlarda yeniden gündeme gelerek, bütün yönleriyle tartışılmasına yolaçmıştır.

    Terminoloji ve tarihlemedeki yeni teklifler, bu tartışmaların Işığında yeni bir yön kazanacaktır. Ancak kazı sonuçları ve verileri, dekorlamanın yanında, teknik özelliklerin ve stratigrafik analizlerin dikkate alınmasını gündeme getirecektir.
    Iznik seramiğinin canlı ve çok değişik gelişimi yanında; çinisinin. anıt eserlerin süsleme programında daha kolay izlenebilen bir gelişmesi vardır ve muhakkak ki bu olgu taşınabilir koleksiyon parçalarma göre daha etkileyici olmuştur. Yine de yapıların tarihleri ile, çinilerinin üslup ve teknik özelliklerim her zaman büyük bir dikkatle değerlendirmek gerekir. Iznik'deki duvar çinilerinin ilk örnekleri sur dışındaki 1331-1335 tarihli Orhan Imareti'ndedir. Bu yapıda daha iyi cins firuze ve düşük kaliteli yeşil renkli altıgen levhalar ile bunların izlerim taşıyan duvarlar ortaya çıkarılmıştır.

    Yeşil çinilerde üçayak izleri bulunmasma rağmen, firuze çinilerde bu izler yoktur.Kitabesi fetihden sonraki tarihi vermekle birlikte, bu yapının daha kuşatma sırasında yaptırıldığı bilinmektedir. 1986 kazılarında da hemen yanındaki hamama bitişik basit bir çini fırmmın izleri tesbit edilmiştir. Çini fırınlama tekniğine aykırı olduğu halde üçayak izi taşıyan yeşil altıgen çinilerin, burada acele ile pişirildiklerim ve fetihden sonra bunların yerine firuze ve daha kaliteli çinilerin yerleştirildiklerim söylemek de mümkündür. Yapımı 1396'da bitirilen Iznik Yeşil Cami'ye adım veren minaredeki sırlı kaplamalar ise sırlı tuğlanın ağırlıkta olduğu bir tür mozaik tekniğindedir. Her iki örnek de, tıpkı seramikte olduğu gibi, Iznik'deki ilk Osmanlı çiniciliğinin Selçuklu çiniciliği ile yakın bağlantısının göstergeleridir.

    Bursa ve Edirne anıtlanndaki beyaz hamurlu ve genellikle mavi-beyaz dekorlu, çoğunlukla altıgen çini levhalarda Iznik damgasını aramak muhakkak ki doğrudur. Ancak, erken Osmanlı dönemi çini sanatına hakim olan renkli sır tekniğindeki çinilerin Iznik'de yapıldığına dair kesin kanıtlar elde edilememiştir. Sadece 1984 yılı kazısında sarı rengin denendiği küçük bir örnekleme parçasına rastlanmıştır. Çok önemli bir buluntu olmasına rağmen, genelleme yapmak mümkün değildir. Istanbul'da Fatih dönemi yapılannın çoğunda da Selçuklu mozaik tekniğinin ve renkli sır tekniğinin ağır bastığı görülmektedir. Ender mavi-beyaz levhalar dışında, saray siparişlerinin de kanıtladığı tarihi belgelerin Işığında, Iznik duvar çinilerinin en parlak devrinin Kanuni Sultan Süleyman devri olduğu rahatlıkla söylenebilir.

    Iznik kazılarında çok sayıda seramik parçası elde edilmekle birlikte, duvar çini.si parçasına çok az rastlanmaktadır. Bu durum, genellikle duvar çinilerinin sipariş olarak hazırlanmasma ve üretimin tamamının sevkedilmiş olmasına bağlanmaktadır. Nihayet, bozuk parçaların bile kapı-pencere aralarında veya az görünecek yerlerde değerlendirilmiş olduğu da bilinen bir gerçektir.

    Bilindiği gibi 1557'de bitirilen Istanbul Süleymaniye Camii'nin mermer mihrabının kenar bordüründe görülen çiniler, kabarık kırmızı rengin tarihlendirilmesine temel alınmaktadır. Iznik kazılarında bu çinilerin benzerlerinden iki parça, XVI. yüzyıla tarihlendirilebilen dairesel planlı fırının yakınında bulunmuştur.Yine elde edilebilenler arasında, çoğunluğu koyu mavi zemin üzcrinde, iri beyaz yazılı kitabe parçaları ve kabarık kırmızılı kare çini parçaları da bulunmaktadır

    BULGARISTANDA OSMANLIDAN KALAN MIMARI ESERLER
    CAMI-MESCID
    MEDRESE
    MEKTEP
    TEKKE ZAVIYE
    IMARETHANÂ
    HAMAM KAPLICA
    TÜRBE
    KÖPRÜ
    KERVAN SARAY
    ÇEŞME SAATKULESI BEDESTEN HASTANE KÜTÜPHANE

    Osmanlı Ordusu
    Çırak Esnaf Esnaf Çırağı
    Usta Küçük Rütbeli Yeniçeri Subayı
    Kalyoncu Yelkenli Gemi Efradından
    Tulumbacı' Yeniçeri Ocağında Etfaiye Eri

    Cebehane Karakullukçusu Cephane Muhafızı
    Cebehane Çorbacısı Cephane Subayı
    Bostancı Saray Muhafızı
    Satır Tören Kıtası Eri

    Kalpaklı
    Şubara Neferi
    Nizamı Cedid Neferi
    Şubara Neferi III. Selim Kurduğu Yeni Ordu Erlerinden

    Kumbaracılar
    Tımarlı
    Ulufeli
    Tımarlı Subayı

    Kulluk Neferi Karakol Bekleyen Yeniçeri
    Keçeli Yeniçeri Neferi
    Odabaşı Yeniçeri Kışlası Amiri
    Kulluk Bayrakdarı Karakol Amiri

    Salma Neferleri Padişahın Ziyaretlerinde Maiyet Efradından
    Nöbetçi Kale Muhafızı
    Haseki Ağa Yeniçeri Ocağında Itibarlı bir Sınıftan Kimse

    Yol Haseki Saray muhafız subayı
    Çuhadar Padişahın giyeceklerini muhafaza edip taşıyan
    Bölükağası Yeniçeri bölük kumandanı

    Osmanlı ordu teşkilatı, Anadolu Selçukluları, Ilhanlılar ve Memlüklüler devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur.
    Osmanlı Imparatorluğu Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır.
    Yaya ve atlılardan oluşturulan kısma "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı. Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler.
    Osmanlı Devletinin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alaaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf iki sınıf piyade ve süvari kuvveti kuruldu.

    Osmanlı ordusunda; alemkılıç, ok, sapan, bozdoğan, topuz da denilen gürz, kamçı, döğen, balta, meç, şimşir, gaddara, yatağan, hançer, kama, mızrak, cirit, kantariye, kastaniçe, süngü, zıpkın, tırpan, çatal, halbart, mancınık, müteharrik kule, şayka, zarbazen, miyane zarbazen, şahi zarbazen, şakloz, drankı, bedoluşka, marten, ejderhan, kolonborna, miyane, balyemez adlarındaki toplar şişhaneli karabina, çakmaklı, fitilli çeşitleriyle tüfek, tabanca, zırh, karakal, miğfer, dizçek, kolçak, kalkan da düşman silahından muhafaza için kullanılırdı.

    Yükselme Döneminde Osmanlı Ordusu
    Osmanlı Devletinin beylik-devlet siyasetinden imparatorluk siyasetine geçişi imparatorluk içinde bağımsız güç bırakmak istemeyen, merkezi otoriteyi devşirme-kapıkulu-yeniçeri-enderun sistemiyle sağlamlaştırmak isteyen II. Mehmet ile başlamıştır.

    II. Mehmet Yeniçeri ocağına büyük önem vermiş Çandarlı ailesinden sonra vezir-i azamlığa devşirme-kapıkulu kökenliler getirilmeye başlanmış ve yeniçeri-devşirme aristokrasisi Cem ve II. Beyazıt arasında çıkan taht kavgasında belirleyici rol oynayarak tımarlı sipahi-Türk aristokrasisine karşı üstünlük sağlamışlardır. Ayrıca bu devirde çok fazla kadın alış verişi olmuş,ilişkileri arttırmıştır.Mutlaka her gece bir şölen yapılır, kadınlar da bu şölenin baş rol oyunculuğunu yapardı.

    Duraklama Döneminde Osmanlı Ordusu (1566-1699)
    Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü ile, devletin henüz karalarda üstünlüğü, iç denizlerde hakimiyeti ve sosyal düzeni devam etmekte idi. Duraklama Döneminde artık ihtiyaç kalmayan yaya ve müsellemler ve voynuklar gibi bazı eski askeri birlikler kaldırılmıştır. Kapıkullarının sayısı 1610'larda 40.000'e çıkmış, tımarlı sipahi sayısı 20.000'e düşmüştür. Sonuç olarak, tımar sisteminin bozulmasının en olumsuz tarafı, devletin iktisadi yapısına yansımasıdır.

    Gerileme döneminde Osmanlı Ordusu (1699-1792)
    Gerileme döneminde, Avrupa örnek alınmaya çalışılmış, teknik ve ekonomik alanlarda yapılanmaya gidilirken Donanmanın yenilenmesi gibi askeri birtakım yenileşme çabalarına gidilmiştir.

    Çöküş Döneminde Osmanlı Ordusu (1792-1918)
    III. Murat döneminden itibaren kapıkulu ocaklarına kanunlara aykırı asker alınarak sayılarının artırılması
    Yeniçerilerin geçim sıkıntısını ileri sürerek askerlik dışında işlerle uğraşmaları
    Iltizam sisteminin yaygınlaşması üzerine tımar sisteminin önemini kaybetmesi ve eyaletlerde asker yetiştirilmemesi
    Denizcilikle ilgisi olmayan kişilerin donanmanın başına getirilmesi
    Avrupada meydana gelen harp teknolojisindeki gelişmelerin takip edilmemesi
    gibi etkenler Osmanlı askeri sisteminin bozulmasına neden olmustur
    Askeri Ödenekler
    Osmanlı Ordusu kuruluş tarihi olan 1363 yılından yeniçerilerin kaldırıldığı 1826 yılına kadar geçen yaklaşık beş yüzyıl içinde genel kuvveti haliyle birçok değişikliğe uğrar.
    Kanuni devrinde devletin yalnız topraklı süvarisi için yaptığı masrafların bugünkü değeri 600 milyon frank'ı geçmektedir ki bu da zamanın Fransa Hükümetinin tüm kara ordusu için harcamasına eşit bir tutardır.
    Asker Tayınlar
    Asker tayın ekmek, et, bulgur ve sade yağdan ibaret olup, cuma geceleri için de pirinç verilirdi.
    Osmanlı Ordusu'nda eğitim
    Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, tersane ve donanmanın geliştirilmesi ve de tersane halkının eğitilmesi amacıyla kurulan denizcilik okulu.

    Aşiret Mektebi, Sultan Ikinci Abdülhamid Han tarafından, 21 Eylül 1892 tarihinde Aşiretlerin yoğun ve hakim olduğu bölgeleri muhafaza etmek için, bunların reislerinin ve ağalarının çocuklarını, Osmanlı kültürüyle yetiştirerek devlete ve saltanata bağlamak amacıyla açılan okul. Aşiret çocukları subay olarak da yetiştirilmiştir.

    Askeri Teşkilat
    Yaya ve müsellemlerin temelini attığı ordu teşkilatı zamanla kuvvet ve sınıflara ayrılmıştır. Osmanlı ordusu başlıca 4 ana kuvvetten oluşmaktadır. Bunlar; Kapıkulu Ocağı, Eyalet askerleri, Akıncılar ve Donanmadır.
    Kapıkulu Ocağı
    Kapıkulu Piyadeleri ve süvarilerinden oluşmuştur. Kapıkulu Piyadeleri; Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağı, Cebeci Ocağı, Topçu Ocağı, Top Arabacılar Ocağı, Humbaracı Ocağı, Lağımcılar, Sakalar, Kapıkulu Süvarileri: Silahtar, Sipah, Sağ Ulufeciler, Sol Ulufeciler, Sağ Gureba bölüğü, Sol Gureba bölüklerinden oluşmakta idi.
    Eyalet Askerleri
    Eyalet askerleri; Yerli Kulu; Azab, Sekban , Tüfenkçi, Icareli, Lağımcılardan, Serhat Kulu: Deliler (Deli), Gönüllüler, Beslilerden, Topraklı Süvari ve Tımarlı Sipahilerden oluşmakta idi.
    Akıncılar
    Akıncılar genellikle uç kısımlarda bulunur ve savaşlarda casus görevini görür bu sayede Osmanlı Devleti akıncılardan çok yararlanmışlardır.Müslüman Türklerden meydana getirilen hafif süvari kuvvetlerine verilen bu isim, 700 SENE SONRA Avrupa'da "komando" olarak ortaya çıkacaktır. Akıncılardan bin kişinin komutanına binbaşı, yüz askerin komutanına yüzbaşı ve on neferinkine de onbaşı denilirdi. Bunların hepsinin üstünde de akıncı beyi denilen akıncı kumandanı vardı buna Akınal ve akıncı sancak beyi de denilirdi. Ayrıca akıncılar, savaşlarda keşif amaçlı en önden de gider,düşman hakkında ön bilgiler edinirlerdi ve Osmanlı Devleti tarihinde önemli bir yere sahiptirler

    Modern Osmanlı Askeri Birimleri
    Osmanlı kara Kuvvetlerinin yeniden teşkilatlanması, Balkan Savaşları yenilgisinin hemen sonrasında başlanarak, I. Dünya Savaşı öncesinde tamamlanmıştır. Bu teşkilatlanmaya göre Kara Kuvvetleri, Harbiye Nezaretine bağlı dört ordu müfettişliği halinde, biri bağımsız 13 kolordu ve bunlara bağlı 38 piyade tümeni (ikisi bağımsız) ve dört süvari tümeninden oluşmaktaydı. Ayrıca Çanakkale ve Istanbul Boğazları ile; Çatalca, Edirne, Erzurum, Izmir Müstahkem Mevkileri de Kara Kuvvetleri Teşkilatında yerlerini koruyorlardı.
    Çanakkale Cephesini ilgilendiren Birinci Ordu karargahıyla Istanbul'daydı ve 4 Kolordudan oluşmaktaydı. Yalnız 4. Kolordu 3-4 Kasım 1914'te Izmir'e nakledilmiştir.
    Çanakkale Savaşı: Birinci Ordu ve Çanakkale Boğazı'nın savunmasından sorumlu 3. Kolordudur. Kafkasya Cephesi: Üçüncü Ordu kafkas cephesinden sorumludur ama 1915, gelindiğinde yok denecek kadar azaldığında Ikinci Ordu ile takviye edilmiş ve bu iki ordunun durmu Mart 1917 de yok denecek duruma geldiğinde Kafkas Ordular Grubu oluşturulmuş ve Haziran 1918 taruz amaçlı Doğu Ordular Grubu olarak yeniden düzenlenmiş ve başımsız olarak düzenlenen Islam Ordusu bu gruba kağıt üzerinde bağlanmışdır. Rütbeler Müşir (Mareşal) 1.Ferik(Orgeneral) Ferik (Korgeneneral) Mirliva (Tuğgeneral/Tümgeneral) Miralay (Albay) Kaymakam (Yarbay) Binbaşı Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) Yüzbaşı Mülazımı evvel (Üsteğmen) Mülazımı sani (Teğmen) Çavuş Onbaşı Nefer (er) Harp Okulu'ndan mezun olunca mülazım-ı evvel (teğmen), Harp Akademisi'nde birinci sınıfa geçince mülazım-ı sani, Harp Akademisi'ni bitirince erkanıharp (kurmay) yüzbaşı rütbeleri alınıyordu.Harp Akademisi'ne sadece Harp Okulu'nu iyi dereceyle bitirenler alınırdı.
    Donanma-yı Hümayun
    Osmanlı Deniz Kuvvetleri Osmanlı Devleti'nin denizcilikle ilgilenmeye başlaması Izmit ve Gemlik taraflarının, daha sonra da Karesi ilinin alınması ile başlamaktadır. Karesi Beyliği gemilerinden faydalanılarak, Rumeli'ye geçen Osmanlı, 1390 yılında Gelibolu'da önemli bir tersane yapmıştır. Saruhanoğulları,Aydınoğulları ve Menteşeoğulları beylikleri gibi denizde kıyısı olan beylikler, Osmanlı Devleti'nin idaresine girince, onların tersanelerinden de istifade edilmişti.
    Osmanlı Ordusu'nda kullanılan silahlar
    Ordu ateşli, ateşsiz ve koruyucu sınıf silah ve teçhizatlar kullanmıştır. Ağır Top ve Gülle'ler kullanmıştır.
    Mehteran Takımı
    Osmanlı Askeri Bandosu
    Sancaklar
    OSMANLI YÖNETECILERI
    Sadrazam
    ya da Vezir-i Azam Osmanlı Devleti döneminde padişah adına devlet işlerini yöneten en yüksek derecedeki görevliye verilen isimdi.
    Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde sadece vezir tanımı kullanılmaktaydı. Orhan Gazi saltanatındaki dört vezir ilmiye sınıfından vezirliğe yükselmiştir. I. Murad saltanatında Çandarlılar kazaskerlikten vezir olmuşlar, aynı dönemde vezir sayısının artmasıyla, önce "birinci vezir", "ikinci vezir" tanımları, daha sonra da "vezir-i azam" ve nihayet "sadrazam" ünvanı verilmeye başlanmıştır. 15. yüzyıl sonlarına kadar vezir adedi üçü geçmemiştir. DiVezir

    Vezir
    Osmanlı Devletinde askeri ve idari sahalarda geniş selahiyetlere sahip en üst derecedeki memurlara verilen ünvan. Vezir kelimesi, lügatta “yardımcı” manasına gelmekte olup, devlet başkanı olan padişahın hemen hemen bütün işlerini yüklenen ve hükümdarlıkla ilgili meselelerde görüş ve tedbiriyle ona yardımcı olan kimsedir. Vezirlerde, doğruluk, sabır, metanet ve yücelik gibi dört haslet bulunurdu.
    van-ı Hümayun'da, Kubbealtı'nda toplandıkları için, kendilerine "kubbe veziri" veya "kubbenişin" ismi de verilmiştir.

    Nişancı
    Osmanli devlet teskilatinda, divan-i hümayunda bulunan önemli vazifelilerden biri. Padisahin imzasi demek olan "tugra"yi çekmekle görevli olan Nisanci, bazi tarihi' kaynaklarda ve vesikalarda "muvakki, tevkii ve tugrai" isimleriyle de anilir. Padisahin emrini havi olan ve bastarafina tugra çekilmis vesikalar, Osmanli teskilat dilinde "nisan-i serifi sultani, nisan-i hümayûn, tugra-i garra-i hakani, tevhi-i hümayun, tevhi-i refi" gibi isimlerle anilir, ancak yaygin olarak bu evraklar kisaca nisan olarak isimlendirilirdi. Ayrica Nisancilar, devletin kanunlarini iyi bilen, eski ile yeni kanunlari ve ser'i hukuki kanunlari birlikte telif edebilmesi hasebiyle divanda yeri geldikçe görüsü alinir ve "turakes-i ahkam, tugra-i serif hizmetlisi, müfti-i kanun" olarak isimlendirilirlerdi

    Kazasker (idari görev)
    Kazasker ya da Kadıasker Osmanlı Devleti'nde şeri ve örfi davalara bakan askeri hakim.Kazasker idari bir görev olup, kelime anlamı Kadı ve Asker kelimelerinin birleşmesinden oluşmaktadır. Kazaskerlerin kıyafeti ilmiye kıyafeti olup, bu mesleğin en yüksek mertebelerinden biridir. Kazaskerler Divan-ı Hümayun'un tabii azasıydı. Şeyhülislamlar divanda bulununcaya kadar divandaki şeri meseleler, kazaskerler tarafından hallolunurdu. Divan toplantılarinda veziriazamın sağında vezirler solunda da kadıaskerler yer almaktaydı.Kazasker 1480 tarihine kadar bir tane iken, bu tarihten sonra Rumeli ve Anadolu kazaskerlikleri ismiyle ikiye ayrılmıştır. Rumeli kazaskerliği rütbe olarak daha yüksektir.

    Defterdar
    Osmanlı Devleti'nde maliye nazırına verilen addır. Defterdar aynı zamanda Divan-ı Hümayun üyesi idi. Ayrıca eyalet defterdarları vardı ve bunları maliye nazırından ayırma için mutlaka eyalet defterdarı ya da nazır-ı emval denilirdi. Cumhuriyet döneminde eyaletler kaldırılıp sancaklara önce vilayet sonra il ismi verilince, bunların başındaki en yüksek maliye görevlisine defterdar dendi. Bugün de defterdar kelimesi bu manada kullanılmaktadır.ne zaman kurulduğu bilinmemektedir defterdarlar mukataha adı verilen vergi birimleri ile maden ve tuzla türü işletmelerin elde ettiği gelirleri merkeze tarnsfer etmek ve bunun muhasebesini yapmakla görevliydiler 14.yy a kadar defterdarlar kadılar ve müderrisler arasından seçiliyordu.daha sonları defterdarlık kendi iç eğitim sistemini de geliştirerek buradan defterdar yetiştirmeye başladı.bu eğitim sisteminin binası topkapı sarayındadır

    Osmanlı devletinin yeni başkenti
    Fatih Sultan Mehmed padişah, olduktan sonra ilk iş olarak, devamlı ayaklanma çıkaran Karamanoğlu Beyliğine karşı sefere çıktı. Karamanoğlu Ibrahim Bey af diledi. Fatih Istanbul'un fethini düşündüğü için onu bağışladı. Fatih Sultan Mehmed, büyük gayesini gerçekleştirmek için, Macarlara, Sırplara ve Bizanslılara karşı yumuşak davranıyordu. Amacı Haçlıların birleşmesini önlemek, onları tahrik etmemek ve zaman kazanmaktı. Bin yıllık tarihinin sonuna gelmiş olan Bizans küçüle küçüle sadece Istanbul şehrinin sınırları içinde hüküm süren bir devlet durumuna düşmüştü. Ancak buna rağmen Bizans'ın varlığı, Balkanlardaki Türk hakimiyeti açısından tehlikeli oluyordu. Bizans Imparatorları, Anadolu'daki çeşitli siyasi güçleri de Osmanlı aleyhine kışkırtmaktan geri kalmıyorlardı. Hatta zaman zaman Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht kavgalarına karışıp devletin iç düzenini bozuyorlardı. Istanbul'un Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti altında girmesi, ticari ve kültürel yönden önemli bir avantajın daha ele geçirilmesi demekti. Boğazlar tam anlamıyla kontrol altına alınacak ve bu sayede, Karadeniz ticaret yolları ele geçirilmiş olacaktı. Karamanoğulları meselesini çözen Fatih Sultan Mehmed, Istanbul'un fethi için gerekli hazırlıklara başladı. Devrin mühendislerinden Musluhiddin, Saruca Sekban ile Osmanlılara sığınan Macar Urban Edirne'de top dökümü işiyle görevlendirildi. \"Şahi\" adı verilen bu topların yanında, tekerlekli kuleler ve aşırtma güllelerin üretilmesi (havan topu) yapılan hazırlıklar arasındaydı. Yaptırılan bu büyük toplar Istanbul'un fethedilmesinde önemli rol oynadı. Yıldırım Bayezid'in Istanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarının karşısına, Rumeli Hisarı (Boğazkesen) inşa edildi. Bu sayede Boğazlar'ın kontrolü sağlanacak, deniz yoluyla gelebilecek yardımlara karşı tedbir alınmış olacaktı. 400 parçadan oluşan bir donanma inşa edildi. Turhan Bey komutasındaki bir Osmanlı donanması Mora'ya gönderildi ve Istanbul'a yardım gelmesi engellendi. Eflak ve Sırbistan ile var olan barış antlaşmaları yenilendi. Macarlarla da üç yıllık bir antlaşma yapıldı. Osmanlıların bu hazırlıkları karşısında, Bizanslılar da boş durmuyordu. Surlar sağlamlaştırılıyor ve şehre yiyecek depolanıyordu. Ayrıca Bizans Imparatoru Konstantin, Haliç'e bir zincir gerdirerek, buradan gelecek tehlikeyi önlemeye çalıştı. Aynı zamanda Haçlı dünyasından yardım isteniyor, Papa ise yapacağı yardım karşısında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesini istiyordu. Ancak Katoliklerden nefret eden Ortodoks Rumlar, Roma kilisesine bağlanmak istemiyor, \"Istanbul'da Kardinal Külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyız\" diyorlardı. Fatih Sultan Mehmed, hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Bizans Imparatoru Konstantin'e bir elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesini istedi. Fakat Imparatordan gelen savaşa hazırız mesajı üzerine, Istanbul'un kara surları önüne gelen Osmanlı ordusu, 6 Nisan 1453'de kuşatmayı başlattı. Osmanlı donanması ise Haliç'in girişinde ve Sarayburnu önünde demirlemişti. Ordu; merkez, sağ ve sol olarak üç kısma ayrıldı. 19 Nisan'da yapılan ilk saldırıda, tekerlekli kuleler kullanıldı ve bu saldırı ile Topkapı surlarından burçlara kadar yanaşıldı. Osmanlı Ordusundaki er sayısı 150.000 ile 200.000 arasındaydı. Bu kuvvetlere Rumeli ve Anadolu beylerine bağlı çeşitli kuvvetler de katılmıştı. Çok şiddetli çarpışmalar oluyor, Bizanslılar şehri koruyan surların zarar gören bölümlerini hemen tamir ediyorlardı. Venedik ve Cenevizliler de donanmalarıyla Bizans'a yardım ediyorlardı

    0 yorum:

    Yorum Gönder

     
    Copyright (c) 2010 aygunhoca
    Sponsored by : Fastoyun